Menü Kapat

Fîhi Mâ-Fîh’te Ayrılık Kavramı Üzerine

Fîhi Mâ-Fîh Ayrılık Kavramı
Fîhi Mâ-Fîh Ayrılık Kavramı

Fîhi Mâ-Fîh’te Ayrılık Kavramı

Özet

Her şey zıddı ile kaimdir lâkin bu zıtlıklar birbirini engellemek yerine birbirine yardımcı olmaktadır. Nasıl ki gece, gündüzün var olmasında müsebbip[1], ayrılık da vuslatın var olması için sebeptir. Mevlana’nın Mesnevî’sinde aşkı ortaya çıkaran ney’in ayrılığıdır. Neyzenin göğsünden gelip dudağından çıkan nefesle ney vuslata ermeye çalışmaktadır. Bu yazıda Mevlana’nın Fîhi Mâ-Fîh eserinde sıklıkla işlenen ayrılık teması ele alınacak ve ayrılığın arzulanan bir olgu olup olmadığı tartışılacaktır. Ayrılık temasının eserde vuslat kavramıyla ilişkili olarak öne çıktığı görüldüğünden bu tema tartışılırken vuslatla birlikte ele alınacaktır Her ayrılığın bir vuslata ihtiyacının olduğu ve ayrılık olmadan vuslata erişilemeyeceğine değinilecektir. Ayrılık ve vuslat kavramlarının maksata bağlı olup gerçek âşığa göre aynı olduğu belirtilecektir.

Ayrılık ve Vuslat İkilemi

Ayrılık kelimesi tasavvufta birçok farklı kelime ile karşılanmaktadır. Bunlardan birisi “firâk” bir diğeri ise “hicran”dır. Firâk kelimesi Arapçadan türemiş olup ayrılık anlamına gelmektedir. Vahdet makamından uzaklaşmak olarak tanımlanan firâk,[2] Sûfiler tarafından olumlu bir anlama karşılık gelmez. Örneğin sûfiler, “El Firâk El Firâk” cümlesiyle insanın asıl olması gereken yerden ayrı kaldığını anlatmaktadırlar.[3] Hicran kelimesi de Arapça bir kelime olup insanın Allah’tan uzaklaşıp başka birisinde vuslata ermesi anlamında kullanılır.[4]

Fîhi Mâ-Fîh eserinin farklı yerlerinde ayrılık ve vuslat ilişkisinden bahsedilmiştir. Kimi yerde ayrılığın ve vuslatın da olmadığı, insanın ve Tanrı’nın sürekli bir olmasından ötürü bu ikisi arasında herhangi bir geçiş olmadığı ve olamayacağı belirtilmiştir.[5] Eserde “Enel-hak” kavramı üzerinde durulmuş ve övülmüştür. Bu kavram bağlamında insan Tanrı’yı ispat ederken iki varlıktan bahsetmemeli tamamen kendisini yok etmelidir. Kendisini salt bir yokluk olarak ele almalı ve Tanrı’nın aslında kendi olduğundan yola çıkarak ispata varmalıdır. Bu durum gönül alçaklığı olarak belirtilmekte fakat aynı zamanda bu halin halkın tam olarak anlayamayacağı bir durum olduğundan bahsedilmiştir.[6] Ki Tanrı hiçbir zaman insandan ayrılmamakta ve insan/Tanrı güzelliği bu birliktelikten ortaya çıkmaktadır.[7] Ayrıca insan/Tanrı birlikteliğinin sonlanacağı ve insanın tamamen yok olması gerekliliği de belirtilmiştir. İnsan kendisinden vazgeçip ayrılığa katlanmalıdır ki kendisi tamamen saf bir Tanrı’ya dönüşmelidir: “Senin varlığın sende oldukça/ İbâdet bile etsen Kâbe meyhaneye döner.”[8]

Kimi yerde ise ayrılığın var olduğu ve katlanılması gerekilen bir durum olduğundan söz edilmiştir. Eğer âşık gerçekten sevgilide vuslata ermek istiyor ise sevgilisinin aşkından mütevellit, sevgilisi istediği takdirde ayrılığa katlanması gerekmektedir.[9] Sevgilinin ayrılık üzerine hâkimiyeti vuslat anında da sürmektedir. Sevgili izin vermediği sürece âşık, mâşukta vuslata eremez ve âşık ayrılıkta mahkûm kalır.[10] Aşk denizinde âşığın ilerleyişi ve gidişi yine sevgiliye bağlıdır. Kâsenin bu denizde nasıl yol alacağını denizin kendisi belirler.[11]

Her ayrılık beraberinde bir vuslat getirir. Âşığın da mâşuka erişebilmesi için birçok şeyden feragat etmesi gerekmektedir. İnsan, Allah’a ulaşabilmesi için maddiyattan ayrılmalı ve sürekli bir infak içinde hareket etmelidir. Bunun için de insanın sürekli olarak vermesi lazım gelir. Nitekim eserde “Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenmedik,”[12] cümlesi ile insanın sürekli bir infâk durumunda olması gerektiğinden söz edilmiştir. İnsanın verme eylemine karşılık Allah’ın ona katbekat maddiyat sağlayacağı da eserde söylenmiştir.[13] Fîhi Mâ-Fîh eserinde maddiyatın Allah sevgisinin yanında bir kuş gibi görünmesi belirtilerek vermeye teşvik edilmiştir: “Bir kuş o dağa kondu, sonra uçtu-gitti;/Bak da gör, o dağda ne bir şey fazlalaştı, ne bir şey eksildi dağdan.”[14]

Kimi zaman ise vuslat yolunda aracılar bile engel teşkil edebilmekte ve gerçek sevgiliye ulaşma yolunda bu ayrılıklara göz yumulmaktadır. Bu durum ise başka bir aşk ile karıştırılmamalıdır. Çünkü aşka ulaşma yolunda başka bir aşk aracı değil, bir zaruriyettir:[15] “Devemin dileği geride, benim dileğim ilerde;/Dilekte onunla benim aramda ayrılık var.”[16]

Ayrılık sevgiliyi yücelttiği gibi âşığı da yüceltmektedir. Mâşuk bir ağaca, âşık da meyvesine teşbih edilerek ağaçtan meyvenin ayrılığı anlatılmıştır. Bir tane ayrılık, yüz tane ayrılık olmayan sevgiye üstün geldiği ifade edilmektedir.[17] Bu ayrılığa rağmen âşık mâşukun kendisinden başka bir şey değildir. Nasıl ki deniz sudan ibaret ve bulut aracılığıyla da varlığını sürdürür, âşık da mâşuktan bir parça olduğunu bu yol ile sürdürür.[18] Ama âşık mâşuktan bir parça olduğunu ancak ve ayrılıktan sonra fark edebilir. Nasıl ki sağlık erenden ayrılmadığı sürece ne insan sağlığın farkındadır, neliksiz ve niteliksizdir. Bu yüzden ayrılmadan önce âşık mâşuku isteyemez.[19]

Ayrılık ve vuslatı isteyen tarafların kim olduğu hırsız-polis teşbihi ile verilmiştir. Vuslatı isteyen kendinden sevgisini çalan mâşuktur.[20] Ayrılığı arzulayan sevgilinin de ta kendisidir. Nasıl ki tencere ateşten, odundan kaçıyor ise mâşuk da kaçmaktadır. Âşığın sevgiliden kaçması ise ateşin odundan kaçması olarak ele alınabilir. Bu kaçış, bir ayrılık değil aksine vuslat olarak görülmelidir. Âşık, sevgilinin içinde kendisini kaybeder ve birliğe ulaşır.[21] Eğer mâşuk ayrılığı istemeseydi eğer ne âşık âşık olurdu ne de mâşuk, mâşuk. Bir olarak kalmaya devam ederlerdi.

Lakin tüm bu ayrılık güzellemelerin yanında ayrılığın istenmeyen bir durum olduğu da öne sunulmuştur. Eğer vuslat ayrılık ile bölünecekse bu vuslat istenmeyendir.[22] Tüm bu karşıtlıklara rağmen ayrılık da vuslat da tamamen maksada bağlıdır. Eğer maksat hasıl olduğu zaman gönül ne ayrılık ister ne de aykırılık. Bu da Fîhi Mâ-Fih’te ayrılığın istenmeyen bir durum olduğunu gözler önüne sermiş olur.[23]

Sonuç

Mevlana’nın Fîhi Mâ-Fîh eserinde ayrılık kavramı birçok farklı yönden ele alınmıştır. Kimi yerde arzulanan bir olgu olup kimi yerde de olmaması gerektiğinden bahsedilmiştir. Ayrılığı isteyenin Tanrı’yla birliğini yok edeceğinden bahsedilmiş olup insanın sürekli vuslatta bulunması gerekildiği söylenmiştir. Buna istinaden Tanrı’nın da sevgililik makamından dolayı ayrılığı arzuladığı ve bu yüzden insanı kendinden uzaklaştırıldığı belirtilmiştir. Bu karmaşada doğru yolu seçmenin tek yolu maksattır ve maksat hâsıl olduğu sürece âşık için ayrılık da vuslat da aynıdır.

Kaynakça

Rumi, Mevlana Celaleddin. Fîhi Mâ-Fîh. Çev. Abdülbaki Gölpınarlı. Remzi Kitabevi, 1959.

Cebecioğlu, Ethem. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü. Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009. Uludağ, Süleyman. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. Kabalcı Yayınevi, 2002.


[1] Mevlana Celaleddin Rumi, Fîhi Mâ-Fîh, Çev., çev. Abdülbaki Gölpınarlı Remzi Kitabevi, 1959, s.171.

[2] Ethem Cebecioğlu, “Firak”, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s. 84.

[3] Süleyman Uludağ, “Firak”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi,2002, s. 138.

[4] Cebecioğlu, “Hicran”, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 119.

[5] Rumi, Fîhi Mâ-Fîh, s.106.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir