Menü Kapat

Sevânih’u-l Uşşâk Eserinde Vuslat Kavramı

Sevânih’u-l Uşşâk Eserinde Vuslat Kavramı

Özet

Bu yazıda Ahmed Gazzâli’nin Sevânih’u-l Uşşâk adlı eseri “Vuslat” kavramı çerçevesinde ele alınacaktır. Kitabın yazılış amacı vuslat eteğine ulaşamayan bir kişiye yolu göstermek olduğu için bu kavram seçilmiş, kitapta fenâ anlayışında aşk-vuslat ilişkisi ateş-pervâne örneklemleriyle verilmiştir. Kitap içerisindeki ayrılık-vuslat ikilemi sıra sıra eş, sıra sıra zıt kavramlar olarak bahsedilmesinden ötürü bulunan tezatlıklar ele alınacak vuslat kavramı kimi yerlerde kavuşma olarak ele alınırken kimi yerlerde de bir olma, âşığın yok olmasının gerçek manasından bahsedilecektir. Asıl vuslat kavuşmak değil, tekliğe doğru yok oluştur. Okuyucu eserin en sonunda “O, onları sever; onlar, O’nu” ayetindeki “O” kavramının tek bir bağlama indirgendiğinin farkına varır. Asıl âşığın mâşuk olduğu, âşık-mâşuk kavramlarının sürekli birbirine girdiği eserde vuslatın kim tarafından arzu edildiği tartışılacaktır. Vuslat âşığın ermek için tutuştuğu bir durumdan ziyade asıl mâşuğun isteği olduğu önermesi bu yazıda ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Sevânih’u-l Uşşâk, Ahmed Gazzâli, Vuslat

Giriş

Vuslat kelimesi vasıl, vüsûl kökeninden türemiş olup [1]  vüsûla erenler üç farklı alana ayrılmıştır: “Zâti isimlere vasıl olanlar, Sıfâti isimlere vasıl olanlar, fiili isimlere vasıl olanlar.” [2] Tasavvufi anlamı olarak Hakk’a ermek, kemale ermek olarak ifade edilmektedir. [3]

Tasavvuf anlayışında “Usulü olmayanın vüsûlu olmaz[4]” sözünden yola çıkılarak âşığı mâşuğa ulaştırmanın amaçlandığı kitabın birçok faslında “Vuslat” kavramı göze çarpmaktadır. Kitaptaki vüsûla ermek âşığın gözünden anlatılmaya başlanmasına rağmen mâşuk tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Eserdeki fenâ anlayışında aşk-vuslat ilişkisi ateş-pervâne örneklemleriyle verilmesi üzerinden incelenmeler yapılacaktır.[5]

Gelişme

Eserin birçok faslında âşık ile mâşuk kavramı birbirine karışmaktadır. Bu durum kandilde yok oluş ile tasvir edilmektedir. Birinci fasıldan itibaren aşk-vuslat ilişkisinde vuslat kavramı kandilde yanan pervâneye benzetilmiştir. [6]

Vuslat çerağıyla aydınlamada hep gecemiz

Bu mısradan itibaren vuslatın bir pervâne için ilgi odağı olduğu, karanlık gecesinde tek gidebileceği yer olduğu anlaşılmaktadır. Lâkin kavuşmadan itibaren pervâne de yok olacaktır. Buradaki ikiliğin aslında birlik olduğu ise dördüncü fasılda kendine yer bulmuştur. Bu fasılda âşık ile mâşuk ayrımının olmadığı, ayrılık ve vuslat kavramlarının âşığın gözünde bir hiç olduğu belirtilmiştir. [7] Vuslat kavramının mâşuk için geçerli olduğu çıkarımı yapılabilir.

Aşkın yeter bana ilgim yok ikisiyle de

“Senden, sana sığınırım” sözü ile de vuslata erişenlerin aslında ayrılık içinde olduğu da çıkarılabilmektedir. Beşinci fasılda bahsedilen durum da bunu destekler niteliktedir. Âşık vuslat için yanıp doruğa ulaştığı vakit dostluk düşmanlığa dönüşmektedir. [8]

Doruk noktasına ulaşınca tutku/Baştan başa düşmanlığa dönüşür dostluk

On beşinci fasılda ise durum daha farklı bir hâle gelmektedir. Dostluğun düşmanlığa dönüşmesinin sebebinin kıskançlık olduğu vurgulanırken vuslat anında, âşığın kendisini mâşukta kaybetmesinde, bu durumun ortaya çıktığı belirtilmektedir.[9]

Kıskançlığımdan kendi gözümle bile dost değilim/Kederim seninle birlikte olmamaktan değil/Seninle aynı tende olmamak benim derdim

Fasıldan anlaşılacağı üzere burada vuslat kavramı bir kavuşmadan ziyade yok olma olarak verilmiştir. On altıncı fasılda da bu önermeyi destekler nitelikte ayrılığın ikilik olduğu vuslatınsa teklik olduğu ifade edilmiştir. Âşık ve mâşuktan birisinin yok olacağı, yok olanın ise âşık olduğu âşikardır. Asıl vuslatın yok oluş olduğu, diğerlerinin ise birer yanılsamadan ibaret olduğu belirtilmiştir.[10] Eserde sık sık teşbih edilen âşık-pervâne ilişkisinde on sekizinci fasıldan itibaren vuslat kavramı verilmektedir. Bekanın fena ile girişmesinden vüsûla erildiği anlaşılmaktadır.[11]

Yirminci fasılda belâ ve cefâ kavramlarının âşığı yok edenler olduğu ve vüsûla ermede aracılık yaptıkları belirtilmektedir. Mâşuk, âşığın benliğini yok ederek âşığı vuslat yoluna sürüklediği görülmektedir.[12] Yirmi birinci fasılda da bu durum, vuslatı âşıktan ziyade mâşuğun istediği, Bayezid (ra)’nın şu sözleriyle desteklenmektedir. “Uzun süredir, benim O’nu istediğim yanılsaması içindeydim ama beni isteyen önce kendisiymiş.”[13]

Yirmi üçüncü fasılda durum tam ters halini almıştır. Âşık vuslatı istememesi gerekmektedir. Vuslatın aşkından bir şeyler eksilttiğini ifade eden yazar, vuslatın aşkı tutuşturması gereken bir yakıt teşbihi yapmıştır. Bu mertebede âşık mâşuğa vuslat için değil sadece mâşuk olduğu için tutunması gerekmektedir. Bu da vuslatın âşık için olmadığı durumunu göstermektedir.[14]

Yirmi beşinci fasılda ise makalenin beslendiği durumdan bahsedilmektedir. Eğer vuslatın parıltısı âşık tarafından hissedilirse aşkı zedeleyeceği, bunun için de âşık tarafından istenilmediği, âşığın sadece aşk için yanıp tutuştuğu belirtilmiştir. Vuslat sadece mâşuk içindir.[15] Yirmi altıncı fasılda vuslatın sadece âşıktan olmadığı belirtilmekte ve karmaşanın içinde bir ahenk oluşturulduğu gösterilmektedir ki bu da mâşuğun vuslatı istediğine ibarettir.[16] Yirmi sekizinci fasılda ayrılık ve vuslat karşılaştırılması yapılmıştır ve vuslatın bizâtihî ayrılık olduğu vurgulanmıştır. Âşık için vuslatın aslında ayrılık isteği olduğu ve bunun vuslatı şart koştuğu ifade edilmiştir.[17]

Senin ayrılığına bir şükrâne kılacağım

Otuz altıncı fasılda ise vuslatın tek taraflı olduğu ve bunun sanki âşık için gerekli olduğundan bahsedilmiştir. Mâşuğun çare, âşığın içe biçare olduğun yola çıkılıp âşığın vuslatı kovalamadığı söylenmektedir.[18] Oysa dermân mı insanı bulur yoksa insan mı dermânını bulur? Otuz dokuzuncu fasılda ise teşbih edilen konuya gelinmiştir. Pervâne çerağa değdiği an çerağın kendisi olmuştur. Lâkin bundan sonra âşık ne kadar mâşuk olsa da mâşuk olarak devam edecektir. Bir sonraki âşıklar da mâşuğa gelip mâşuk olarak devam edeceklerdir yoluna. Âşığın buradaki sitemi de buna binâendir[19]:

Birlikte yokolma nereye gitti, peki?

Altmış üçüncü fasılda vuslatın özünde birleşmenin yattığı ve bu kavramların hiçbir şekilde ilim ile kavranamaz olduğu belirtilmektedir. Âşığın kendisinin artık var olmadığı, dönüşümün tamamen mâşuğa doğru olduğu söylenmiştir.[20] Bu da mâşuğun vuslata ermesidir.

Sonuç

Vuslat kavramı erişmek, ulaşmaktan ziyade eserde yok oluş, bir olmak meselesi üzerinden verilmiştir. Her ne kadar vuslat âşığın mâşukta kaybolması olarak okuyucu tarafından anlaşılsa da asıl vuslat mâşuğun âşığa ulaşmasında olduğu yazıda açıklanmıştır. Her pervâne çerağa değdikçe mâşuğun ateşi parlayacak bir sonraki pervâne için vuslatı arar olacaktır.

Kaynakça

[1]Cebecioğlu, P. D. E. (2009). Vuslat. In Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü (p. 290). Ağaç Kitabevi Yayınları.

[2]Vusûl. (2006). In Z. Erginli (Ed.), Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (p. 1219). Kalem Yayınevi.

[3]Uludağ, P. S. (2002). Vuslat. In Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (2002nd ed., p. 375). Kabalcı Yayınevi.

[4] TDV İslâm Araştırmaları Merkezi. (n.d.). VUSLAT – TDV İslâm Ansiklopedisi. TDV İslam Ansiklopedisi. Retrieved April 28, 2021, from https://islamansiklopedisi.org.tr/vuslat

[5] BALTACI, H., (2013). “Saf Askın Üstadı”: Ahmed Gazzâlî ve Tasavvuf Anlayısı. TASAVVUF İLMİ VE AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ DERGİSİ , no.32, 1-41.

[6] Ahmed Gazzâlî, Aşkın Halleri Sevânihü’l-Uşşâk, trc. Turan Koç – M. Çetinkaya, İstanbul,

[7] a.g.e., s. 18,19,20.

[8] a.g.e., s. 21.

[9] a.g.e., s. 31.s

[10] a.g.e., s. 32.

[11] a.g.e., s. 34.

[12] a.g.e., s. 36.

[13] a.g.e., s. 37.

[14] a.g.e., s. 39.

[15] a.g.e., s. 41.

[16] a.g.e., s. 42.

[17] a.g.e., s. 44.

[18] a.g.e., s. 52.

[19] a.g.e., s. 55.

[19] a.g.e., s. 83

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir